Admin Admin
Mesaj Sayısı : 157 Yaş : 32 Kayıt tarihi : 04/09/08
| Konu: sevgiliye Salı Ara. 30, 2008 7:18 pm | |
| Sevgiliye Merhaba Sevgilim, Az önce sana bu mektubu yazmaya karar verdim. Bu kaçıncı yazıp göndermediğim mektup olacak bilmiyorum, ama sanırım bu kez kararlı davranıp göndereceğim. Her defasında olduğu gibi ne yazacağımı bilemiyorum. İki kutu bira içtim demin. Sanırım bu içtiğim biraların etkisiyle oluyor tüm bu başlangıçlar. Başlangıç dediysem de sakın yanlış anlama, mektupların başlangıcından bahsediyorum. Ha evet, şimdi anımsadım, senden ayrıldıktan ve okulu da bıraktıktan sonraki iki üç yılımı sana anlatmak istiyorum. Bu sırada senin hakkında düşündüklerimi, hayal ettiklerimi ve hem kendime hem de sana itiraf etmem geretiğini düşündüğüm bazı konuları aydınlığa kavuşturmaya çalışacağım. Aslına bakarsan baştan sona bir itirafname olarak hayal edebilirsin bu mektubu. Okuyup okumamak ve bunun kararını vermek sana kalmış.
Sondan başlamayı seviyor oluşumdan kaynaklansa gerek, sana şu anda nerede olduğumu ve neler yaptığımı anlatmakla başlamak istiyorum. Elimden geldiğince düzgün bir dille anlatmaya çalıştığımı farketmişsindir. Bunun sebebi duygu ve düşüncelerimi açıklıkla ve net olarak ifade etme gereğini tahmin ettiğinden daha yoğun bir biçimde hissetmemdir. Seninle beraber geçirdiğim son zamanlardan birinde (başlangıçlara nazaran çok daha iyi hatırlıyorum, ve eminim sen de tam aksi bir şekilde bu son zamanları anımsamıyor veya anımsamak istemiyorsun) okulun öğrenci birliği başkanlığına adaylığımı koymuştum ve bunu seninle paylaşmıştım. Kafeteryada, koridora açılan kapının duvar kenarından içeriye doğru sıralanan ikinci masaydı. İki masa bitişikti, ikimiz ayrıydık ve yalnızdık. Sen pencere tarafına bakıyordun, ben iç tarafa... Bana adaylığımla ilgili birşeyler sormuştun. Aslında bu bir bahaneydi, beni seninle konuşmak istediğim asıl konulardan uzak tutmaya çalıştığının farkındaydım. Birşeyler anlatmak zorunda hissettim kendimi ama ne anlatabilirdim ki? Evet, tamam, okulun öğrenci birliğine adaylığımı koymuştum. Çevremdeki öğrencileri, yani seçmenlerimi, benim başkanlığımdaki bir öğrenci birliğinin en iyi şekilde çalışacağına ikna etmem gerekiyordu. Bu amaçla başkanlığa seçildiğim takdirde neler yapacağıma dair detaylı bir yazı yazıp bunu okulun muhtelif yerlerinde panolara asmalıydım. Fakat ben onu bile yapmamıştım. Aksine, başkan seçildiğim an görevimden istifa edeceğimi söylüyordum karşılaştığım insanlara. Aslında bu bile seni ne kadar arzuladığımın bir işaretiydi. Neden mi? Şöyle açıklayayım. Sence benim senden ayrıldıktan hemen sonra böyle bir göreve talip olmam bir tesadüf müydü? Şimdi düşününce farkına varıyorum da bana kalırsa adaylığımın ardında bazı psikolojik nedenler yatıyordu. Herşeyden önce senden ayrı kalmak tahmin edebileceğin gibi bana yoğun bir acı veriyordu. Ben her ne kadar acı çektiğimi sana belli etmemek için elimden geleni yaptıysam da böyleydi işte. Adaylığım da çektiğim acıyı perdelemek üzere düzenlediğim bir oyundu, bir gövde gösterisiydi! Hala güçlü olduğumu, senin beni terkedişinin benim gücüme güç kattığını sana kanıtlayacak bir düzmeceydi. "İşte," diyordum, "bak, yakında başkanlık bile yapabilirim!" Senin üzerindeki hakimiyetimi kaybedişim, senin bunu tüm dünyaya duyuracağın kuşkusu, ardından benim belki de hiç sahip olmadığım bir kudretin benden çalındığı düşüncesinin diğer tüm iyimser hislerime baskın çıkacağı korkusu, beni o seçimlere aday yapmıştı. Üstelik okuldan ayrılışım neredeyse kesinleşmişken! Bunu sana haber vermemiş olmama rağmen senin o masada adaylığımdan vazgeçmek şöyle dursun, okulu bütünüyle terkedeceğimin farkında olduğunu sezmiştim. Demek beni tahmin ettiğimden daha iyi tanıyordun ve bu beni korkunç bir dehşete düşürüyordu. Birlikteliğimiz sırasında senin beni sandığımdan daha iyi tanıdığın düşüncesi aklımın ucundan bile geçmemişti. Aksine, benim senden saklı tuttuğum, gizlediğim bir karanlığımın varlığı sayesinde seni kendime çekebildiğimi sanıyordum. Oysa kafeteryada otururken bu sanrı bir anda silinmiş, geriye devasa bir ovaryumu arayan küçük bir sperme benzer bir yaratık kalmıştı ortada sanki! Seni bir dev ve kendimi bir cüce gibi hissediyordum. Neredeyse tanrılaştırmıştım seni: neyse ki vakıf olduğum bazı entellektüel birikimler sayesinde bu korkunç fikirden uzaklaşıyordum. Fakat sahip olduğum entelektüel fanus, senin benim zaaflarımı tüm dünyaya duyurmana karşılık, benim tüm dünya üzerinde hakimiyet kurmamı öneriyordu! Ancak bu şekilde senin şeytani arzularının önüne geçilebilirdi! Başkanlık adaylığımı bu duygular şekillendirmişti. Yine de, her akıl sahibi insan gibi tüm dünyayı ele geçirmek gibi uçuk ve zalim bir fikre teslim olmayacak kadar sağduyumu yitirmemiş olmalıydım ki az önce de söylediğim gibi yaptığım girişimler ciddiye alınacak türden değildi. Zaten hayata bir türlü tutunamayaşımın en önemli sebeplerinden biri ciddiyetsizliğimdi. Neyse ki sonraları, geçmişim üzerine düşünürken, bizi dünyaya hükmetmeye yönelten duyguların bir başka yöne kaydırılarak kendi dünyamızı, içimizdeki dünyayı şekillendirebilecek bir yere oturtulabileceğinin ayırdına vardım. Zaten dünya, dışımızda değil, içimizdeydi, ve senin bilnçli veya bilinçdışı olarak bana gösterdiğin yol bu doğrultudaydı. Senin derdin, kendi kendimi kontrol edebilmek, içimde yarattığım dünyaya hükmedebilmek, yani kendi kendimin efendisi olabilmek konusunda yaşadığım zayıflıktan kaynaklanıyordu. Aslında dert de değildi, yalnızca benim hayatıma katmamı dilediğin birşeyler vardı. Fakat ben o zamanlar kendi dışımdaki dünyanın varlığına öylesine inandırmıştım ki kendimi, sen artık o dünyada bulunmamana rağmen içimde bir yerlerde yaşayabileceğini öngöremiyordum ve ayrılığımızın ardından da tüm enrjimi senin artık dış dünyada olmadığına kendimi inandırmak uğruna harcayarak senin benim içimdeki yerini iyice sağlamlaştırmış, hatıralarımın tahtına seni oturtmuştum. Unutmaya çabalarken aslında zihnime kazıdıklarımın zamandan bağımsız bir varoluş kazandıklarını yeni yeni keşfediyordum. Yine de senin zihnimdeki hayalinden bağımsız bir kişi olarak dış dünyada var olduğunu unutamıyordum, zaten bana en yoğun acıyı da bu veriyordu. Oralarda bir yerde, soluk alıp veriyor, sokaklarda, cadderlerde geziniyor, hiç tanımadığım insanlarla sohbet ediyordun. Zihnimde bunun aksini kendime kabul ettirmeye çalışarak yonttuğum heykelin artık senden bağımsız olarak yeniden biçimleniyordu. Senin ondan farklılaştığını, uzaklaştığını biliyordum fakat heykeltraşlık oyunu bana yeni bir heyecan vermişti. Sana karşı hissedip ifade edemediğim tüm duyguları zihnimdeki heykelini yontmak için kullanıyordum ve bunu öyle bir noktaya götürdüm ki artık mükemmeldin, fakat ölüydün. Sonra cevabını hiç veremediğim şu soruyu sordum kendime: bir adam mükemmel ve ölü bir kadının ötesinde daha ne isteyebilir ki?
Özgür Mayda | |
|